İnsan VE GERİYE KALANLARI
Miftah
Eylül 28, 2021
2 Comments
İnsan...
Kaç kez doğar hayatında ? Kaç kez düşünür geçmişi ya da geleceği ? Ya kaç kez döner hatalarından, doğrularından ? Sanırım sadece fark ettiği zaman... Peki nedir bu fark etmek ? Nasıl olur, ne ile olur? Kimi zaman hayat yardım eder öğretici bir dille. Kimi zaman yaşadığın acılar, mutluluklar, karamsarlıklar, tezatlıklar... Bir çok şey sayılabilir bununla ilgili. Önemli olan karşılaştığımızda ne yapacağımız. Fark etmek öyle bir duygudur ki, karşılaştığımız anda reaksiyon veremezsek eğer uçup gidiyor ve eski hantal halimize devam ediyoruz. Zihnimize giren bu tanımı, biyolojik ve fizyolojik olarak lanse edemediğimizde normal halimize geri dönüyoruz. Bilim insanları bu sürenin 48 saat olduğunu söylüyor. Belki insandan insana değişiklik gösterebilir. Buda insanın irade mekanizmasına entegre sanırım. Yani diyorum ki; "Hayatımızın farkını, fark etmek ile belirliyoruz"..
Çoğu zaman insanlar başlamak için hep bir yeni başlangıçlar arar. Her pazartesi, Her yeni yıl, her yeni yaş gibi.. Çok azdır yeni bir günde başlayan olabilmek, her boş geçen günün aleyhine olduğunu görebilmek. Benim gibi vasat biri gelip sizlere bunun önemini öğretemez. Ve kim olursa olsun insan bunu görmedikçe hiç bir uzman bunu size gösteremez. O yüzden insan özneldir, bencildir ve çoğu zaman kendi içinde kimsesizdir. Aslında etrafında baktığında birilerini görmek istiyorsa " kendinden çoktan gitmiştir ". İnsan en çok kendiyle başlar güne, haftalara, zamana... Diğerleri ondan sonra gelir. İnsan kendi merkezine, kendini algılatmadığı sürece hep bir savruluş hikayesi anlatır zamanın sonunda kendine. Bu nedenle insan eğer başlama kavramı barındırıyorsa aklının, ruhunun bir köşesinde, soracağı tek soru " Ben, o kişi olabilecek kadar kendimde miyim ? " sorusudur zannımca. Bir çok şey buradan filizlenir çünkü. Ben diyebiliyorsam kendime, Ben diye seslenebiliyorsam şu zaman döngüsünün içinde kendime ve bilinçli olarak, ayrımını yaparak " SEN " diyebiliyorsam karşımdaki nesneye, özneye. Ben, ben olma yoluna çıkmışım demektir...
Yeni yaş, kimine göre yeni bir yol, kimine göre yeni bir serüven, kimine göre sıradan bir yıl gibidir. Peki insan yeni yaşına hangi gözle bakmalı ? Geçmişin hüsranlarını yeni yıla taşıyarak mı ? Geleceğin umutlarını cebine taşıyıp yorularak, çalışarak mı ? " Ölü Ozanlar Derneği'ni " Bir çoğumuz okuyup izlemiştir. Orada güzel bir cümle geçer; " Kelimeler ve fikirler Dünya'yı değiştirebilir " diye. Peki biz sahiden değiştirmek istiyor muyuz? Eğer bir çok şey nokta ile başlıyorsa, bizim nokta diye başladığımız, başlayacağımız, değiştireceğimiz şeyler var mı ? İnsan en çok kendisine sormaktan korkar. Çünkü cevabını bildiği ama hareket etmeyeceğini ezberlediği için, kendisini sıkıntıya sokmaktan endişe ettiği için genelde soruları hep geçiştirir kendinde. Fakat bir başka canlı, cansız varlık olduğunda ise öyle mi ? Pek sanmam. Cesurca aklına gelen her şeyi sorar çekinmeden, düşünmeden. Bu nedenle insan en çok konfor denilen vasatlığın değişmesini arzu etmediği için kendine pek cesur olamaz, geçer gider üstüne bir şeyler atıp kapatarak... Neden peki yorulmak bu kadar olumsuz görünüyor insan gözünde ? Kim aşıladı bunu ? Oturmak ile hareket etmek arasında ne fark var ? Bizlere bunları kim öğretti ? Hepsi ucu açık sorular.. Bunların cevabını sizlere bırakıyorum..
İnsan, geriye kalanların ya toplamı olur ya çıkarması. Ya geriye nem kapar hastalanır, ya umudu besler heyecanlanırsın. Neyi büyüttüğümüz çok önemli içimizde. Hayat her zaman olumlu ya da olumsuz olayları yaşatmaya gebe. Ve büyük olasılıkla hiç birine hazırlıklı yakalanamayacağız. İşin sonunda ya anın içinde bulunup tadını ya da üzüntüsünü yaşayacağız, ya da bir sonrakine erteleyeceği. Tıpkı sabah kalmak için kurduğumuz alarmlar gibi.. Ruhunuz, yeni anınızda, yeni yaşınızda, yeni başlangıçlarınızda cesur ve heyecanlı olsun..
Sürç-i lisan ettiysem af ola...
Çoğu zaman insanlar başlamak için hep bir yeni başlangıçlar arar. Her pazartesi, Her yeni yıl, her yeni yaş gibi.. Çok azdır yeni bir günde başlayan olabilmek, her boş geçen günün aleyhine olduğunu görebilmek. Benim gibi vasat biri gelip sizlere bunun önemini öğretemez. Ve kim olursa olsun insan bunu görmedikçe hiç bir uzman bunu size gösteremez. O yüzden insan özneldir, bencildir ve çoğu zaman kendi içinde kimsesizdir. Aslında etrafında baktığında birilerini görmek istiyorsa " kendinden çoktan gitmiştir ". İnsan en çok kendiyle başlar güne, haftalara, zamana... Diğerleri ondan sonra gelir. İnsan kendi merkezine, kendini algılatmadığı sürece hep bir savruluş hikayesi anlatır zamanın sonunda kendine. Bu nedenle insan eğer başlama kavramı barındırıyorsa aklının, ruhunun bir köşesinde, soracağı tek soru " Ben, o kişi olabilecek kadar kendimde miyim ? " sorusudur zannımca. Bir çok şey buradan filizlenir çünkü. Ben diyebiliyorsam kendime, Ben diye seslenebiliyorsam şu zaman döngüsünün içinde kendime ve bilinçli olarak, ayrımını yaparak " SEN " diyebiliyorsam karşımdaki nesneye, özneye. Ben, ben olma yoluna çıkmışım demektir...
Yeni yaş, kimine göre yeni bir yol, kimine göre yeni bir serüven, kimine göre sıradan bir yıl gibidir. Peki insan yeni yaşına hangi gözle bakmalı ? Geçmişin hüsranlarını yeni yıla taşıyarak mı ? Geleceğin umutlarını cebine taşıyıp yorularak, çalışarak mı ? " Ölü Ozanlar Derneği'ni " Bir çoğumuz okuyup izlemiştir. Orada güzel bir cümle geçer; " Kelimeler ve fikirler Dünya'yı değiştirebilir " diye. Peki biz sahiden değiştirmek istiyor muyuz? Eğer bir çok şey nokta ile başlıyorsa, bizim nokta diye başladığımız, başlayacağımız, değiştireceğimiz şeyler var mı ? İnsan en çok kendisine sormaktan korkar. Çünkü cevabını bildiği ama hareket etmeyeceğini ezberlediği için, kendisini sıkıntıya sokmaktan endişe ettiği için genelde soruları hep geçiştirir kendinde. Fakat bir başka canlı, cansız varlık olduğunda ise öyle mi ? Pek sanmam. Cesurca aklına gelen her şeyi sorar çekinmeden, düşünmeden. Bu nedenle insan en çok konfor denilen vasatlığın değişmesini arzu etmediği için kendine pek cesur olamaz, geçer gider üstüne bir şeyler atıp kapatarak... Neden peki yorulmak bu kadar olumsuz görünüyor insan gözünde ? Kim aşıladı bunu ? Oturmak ile hareket etmek arasında ne fark var ? Bizlere bunları kim öğretti ? Hepsi ucu açık sorular.. Bunların cevabını sizlere bırakıyorum..
İnsan, geriye kalanların ya toplamı olur ya çıkarması. Ya geriye nem kapar hastalanır, ya umudu besler heyecanlanırsın. Neyi büyüttüğümüz çok önemli içimizde. Hayat her zaman olumlu ya da olumsuz olayları yaşatmaya gebe. Ve büyük olasılıkla hiç birine hazırlıklı yakalanamayacağız. İşin sonunda ya anın içinde bulunup tadını ya da üzüntüsünü yaşayacağız, ya da bir sonrakine erteleyeceği. Tıpkı sabah kalmak için kurduğumuz alarmlar gibi.. Ruhunuz, yeni anınızda, yeni yaşınızda, yeni başlangıçlarınızda cesur ve heyecanlı olsun..
Sürç-i lisan ettiysem af ola...
