Yitirilen onca " Bi;çareye " ithafen..
Ha-Y-atın şu temaşasında akıp giden zamanın farkında bile değiliz çoğu zaman. Nefes alıp verme dışında hiçbir eylemimiz yok. Öylece, zamanla belki de kavga edip duruyoruz. Ya da bu kavga kendimizle mi ? Hiç düşündük mü bunu ? Boşa olduğunu bilsek de. Sanırım insan bazen düşünüp de faaliyete geçiremediği her düşünce veya eylem için kendine dönmek yerine hayatla ya da başkalarıyla tartışma haline giriyor. Zannımız o yöne doğru her seferinde baskın halde nedense. Peki sorun nerede ? Neden kabullenme sürecimiz çok az ya da yok ? Neden harekete geçmeye bu kadar atalet sahibi, Suç atmaya, olanı olduğu gibi kabullenmemeye bu kadar istekliyiz ? Hepsinin cevabı yine " Ben-(im) " kalıbında gizli sanırım. Ben deyince duruyorsa her şey, muhakeme işlevimizin yönü bize doğru kaymış ise eğer ve empati güdümüzün üzerinde ufak çıtırtılar baş gösterdiyse genellikle bunlar olabiliyor. Gelişmekte ve geliştirmekte çok tembeliz. Yapısal olarak buna eğilimli oluşumuz da buna etken. Üstesinden gelmek için hiçbir çabamız yok genelde. Kendiliğinden geçeceğini varsayım olarak ele alıp hayatı yaşamaya devam ediyoruz. Zam geçtikte görüyoruz ki hiçbir iyiye dair bir gelişme yok.. Aynı yerdeyiz ya da daha olumsuz bir ruh hali ve yapısal eylem mevcut. Gizliden gizliye kabullenip depresyona dahi girsek de bunu dışarıya ya da başka etkenlere çamur atarak gidermeye çalışıyoruz. Ama içimizde ki o gerçek duygular içimizi kemirmeye, öldürmeye ve duygusal olarak boşluğa sokmaya devam ediyor.. Kabullenemiyoruz Albayım..
Oblomov'un hatıratlarını az çok herkes bilir. Bu konularda tabiri caizse nirvana yapmış, her şeyi düşüncesinde yaşamış ama hiçbir eylemde bulunmamış bir ağabeyimiz. Okumayanlar için önem arz edecek şekilde önerilir. Onu durduran neydi sizce ? ( Bir fikriniz var mı ? Yorumlarda belirtirseniz sevinirim. ) Bolca zamanı da vardı halbu ki yapabilmek için. Ama içinde ki o hayalde yapma dürtüsü ( yakın gelecekte yapay zekanın yapabileceği sanal ortam gibi ) yapmış varsayım elde edişi ve işin sonunda harekete geçemeyip yerinde sayışı gerçeğini değiştirmedi. Belki daha farklı bir şekilde hayatımıza sirayet edebilirdi. Kendisi Ataletin sembolü olarak kazındı Edebiyat dünyasına. İşte en basitinden Dünya'da yer etmiş sabit bir örnek. Bizler de onun isimsiz halleriyiz aslında. Birçoğumuz da onun timsaliyiz. Faydalı olup harekete geçirecek olan korkunun, Eylemsiz, hareketsiz, düşüncesiz bıraktığı bir et parçasına dönüşüyoruz. Ya öyle değilse ? demiyoruz. Öyledir deyip geçiştiriyoruz. Aslını bulmak yerine Y'aslını baz alıyoruz ve eğer bizi harekete geçirmiyorsa onaylıyoruz. Bu da yine bir klasik konfor alanına dönüyor. Çıkmaya olan gücümüz Y'atmaya kullanılıyor. Sinan Canan'ın dediği gibi; " Cesareti ismi gibi hayatımıza uygulayamadığımız da Esarete dönüşüyor "..,
? Soru işareti ile paragrafa başlamak nedir diyebilirsiniz. Ama birçoğumuz güne, haftaya, aya ve hatta hayata daha başlamadan nokta ile son veriyor. Böyle kişiler her insanın hayatında birkaç tane mevcuttur. Bu yazıyı okuduktan sonra bakarsanız birkaç kişinin var olduğunu görebilirsiniz. En büyük ve en belirleyici örneklerden bazıları daha. Bugün de kendimizi kendimize anlatmaya zaman ayıralım ne dersiniz ? Zaman denilen kavramı kendimizle özdeşleştirelim. Bakalım neler olacak o zaman. Küçük gördüğümüz, başımıza bir zor durum geldiğinde anladığımız zaman kavramı hala öyle önemsiz görünecek mi ? Zamanı denemek için kullanmayanlar, kazara deneme fırsatı yakaladıklarında belki de o zamanı yanlarında, baş uçlarında bulamayacaklar. Yine başka bir usta Samuel Beckett'in dediği gibi; " Hep denedin. Hep yenildin. Olsun. Gene dene. Gene yenil. Bu defa daha iyi yenil! Pes etme, vazgeçme, mücadele et, DİREN! " Zor mu evet zor. Ama imkansız değil. Hayat denilen mecra tek yönlü bir bilet. Zaman denilen kavram dönüşü olmayan sonsuz bir yörünge. Eee kaybedecek neyimiz var ? Bize ait olmayan bir şey nasıl kaybedilir ? Bunları yazmak, düşünmek yetmez ufak ufak harekete geçmek gerek. Bir satır kitap okumak, bir harf ile yazmaya başlamak, bir tuşa basarak televizyonu kapatmak sanıyorum ki hiçbirimiz için zor değil. Telefon detoksu yapmak, zorunlu olmadıkça kullanmamak hiçbirimizi öldürmez. Aksine disiplin ve irademizi arttırır. Sadece eyleme geçirebilmekte! Zira Komut o göze, o parmağa o direktifi vermekte. Yani Sen de!
İnsanın atladığı çok önemli olması gerekirken hiç oralı olunmadığı bir konu daha; Mentalite! Belki de psikolojim bozuk diyerek geçiştirsek de bu alanda, bu konuda bir şey bilmeden geçiştiriyoruz. Günümüzde Mental sağlığın önemi en az fiziksel olarak önemli.. Bu konuyu en iyi şekilde ele alan usta metafizik öğreticisi Louise Hay'ın Düşünce gücüyle tedavi ve Hayatına şifa ver kitaplarıdır. Eğer okumayan varsa önem arz edecek şekilde önerilir. Louise Hay ablamızın ufak bir paragrafını sizlerle paylaşıyorum. Umuyorum ki bana hak vereceksiniz..
" Yaşam Gerçekten Çok Basit. Ne Ekersek, Onu Biçiyoruz Kendi hakkımızda düşündüklerimiz, kendi gerçeklerimiz oluyor. Ben dahil, herkesin yaşamının en iyi ve en kötü yanlarından yüzde yüz sorumlu olduğuna inanıyorum. Aklımızda oluşturduğumuz her düşünce geleceğimizi yaratıyor. Her birimiz düşünce ve duygularımızla, kendi yaşam deneyimlerimizin yaratıcısıyız. Düşüncelerimiz ve sözcüklerimizle deneyimlerimizi yaratmaktayız. İçinde bulunduğumuz olayları yaratıyor, sonra da bunlardan duyduğumuz sıkıntı, üzüntü ve düş kırıklığı için bir başkasını suçluyoruz; böyle yapmakla gücümüzü de başkasına kaptırmış oluyoruz. Hiçbir kişi, hiçbir şey, hiçbir koşul bizim üzerimizde bir güce sahip değil, çünkü aklımızla düşünce oluşturan yalnızca biziz. Deneyimlerimizi, gerçekliğimizi ve bunda yer alan tüm kişileri yaratan biziz.
Ayrıca suç bulduğumuz hayat bana gülmedi. Şansım talihim yok. Ben kadersiz doğmuşum vs. sözler içinse evren hakkında bunları söyler;
"Evren, Seçtiğim iz Her Düşünce ve İnançta Bizi Tümüyle Destekler. Bunu bir başka şekilde söylemek gerekirse bilinçaltımız inanmayı seçtiğimiz her şeyi kabul eder. Yani kendim ve hayat hakkındaki inançlarım ve düşündüklerim, yaşamımın gerçeği olur. Ve düşünebileceğimiz şeyler konusunda sınırsız seçimimiz var. Bunu bildiğimizde, “İnsanlar hep beni kullanıyor” yerine “İnsanlar hep yardımcı olmaya çalışıyor zannını seçmek daha mantıklı değil mi?
Evrensel Güç Bizi Asla Yargılamaz ve Eleştirmez Evrensel Güç, bizi kendi değerlerimize göre kabul eder. Ve inançlarımızı ayna gibi yaşamımıza yansıtır. Eğer “Hayat yalnızlıktır ve kimsenin beni seveceğine inanmıyorum algısını seçiyorsam, hayatımda da bunu bulacağım ".
İşte hayat biraz da böyle bir şey. Sonunu biraz kendi ellerimizle kazıyoruz ya da karalıyoruz. Umarım sizler için Özünü özetiyle yeniden tasarlayacağı bir yazı olur. Olumlu olumsuz düşüncelerinizi yorumlar kısmında belirtirseniz sevinirim...
Unutmadan son olarak şunu da eklemek isterim;
" Başlayabilmek adına bitirmeyi öğrenmek gerekmiş. Ziyadesiyle takmamak adına binlerce hücrenin bir arada olması gerekmiş. Böyle bir şey işte ".
Sürç-i lisan ettiysem af ola.. Keyifli okumalar...

Yazılarınız hayatımızın çeşitli yönleri üzerinde düşünmemizi sağlıyor. Önemli olanın zaman olduğuna, hayatımızın her günü bize verilen zamanla ne yaptığımıza inanıyorum. Neyi doğru ya da yanlış yaptığımızın, ne düşündüğümüzün iyi ya da kötü olduğunun farkına varmak, kısacası değerlerimizi, fikirlerimizi, düşüncelerimizi yeniden düşünmek için oldukça yansıtıcı bir metin.
YanıtlaSilThank you :)
SilUzun bir zaman sonra yeniden yazmana sevindim. İçinde yazma ihtiyacı duymana, yazacak kadar biriktirmene, kendine dönüp bakmana da sevindim. Her şeyden uzaklaşmak, telefon ve sosyal medya detoksu yapmak insanın kendine yargılamadan bakabilmesini kolaylaştırıyor aslında. Çağımızın inzivası da bu, öyle değil mi?
YanıtlaSilOblomov'u erteliyorum sürekli, benim de en büyük sorunum ertelemektir belki. Bu konuda çok yorum yapmayacağım. Ama ikinci kitabın içeriğiyle ilgili şöyle bir yorum yapmak istiyorum: Hayatı bir aynaya benzetiyorum, nasıl bakıyorsak onu yansıtıyor bize. O yüzden ne istediğimiz, ne beklediğimiz, neye meylettiğimiz, ne söylediğimiz, neye inandığımız her biri çok büyük önem arz ediyor.
Dilerim hep güzellikler beklersin ve güzellikler bulursun. Sözün tesirli, kalemin kuvvetli ve yazma isteğin daim olsun.
Ayna sıradan bir obje gibi görünse de aslında farklı açıdan bakınca çok etkili. İşte bakma, bakma potansiyeline sahip olmak.. Mesele biraz da bu sanırım.. Çok teşekkür ederim :)
Sil“Ne olacak, hayat hiç yakamı bırakmıyor.” diyen Oblomov’un derdi, yalnızca üzerindeki hırkayı atamaması değildi elbette. Suretten sirete işleyen derin bir geçmişin izlerini taşıyordu. Şöyle silkelenip atacak olsa ruhunun fersah fersah ötesinden sesler duyuyordu. Aşılası engellerin farkında olmak icraata muktedir kılar mı kişiyi? Tecahülü arifâne bir soruya cevap aramak da akıl kârı değil biliyorum.
YanıtlaSilOblomov üzerine yazılan bir çok ortak kanının da dediği üzere, dönemini aşan ve üzerinde konuşmaya yönelik fikirler inşa ettiren kaç karakter var? Kaç karakterde Oblomov’dan Oblomovluk’a giden bir dehliz var? Yazarın amacı bu muydu bilinmez. Fakat nasıl ki Gogol’un paltosundan çıktık hepimiz. Bir Oblomov hırkası altında gizlenmek de bizim meylimiz olsun.
Kalem sesiniz göğü şenlendirsin.
Öncelikle o değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Belki de izlediği suret onu o sirete itti. Ya da o izin söylentileriyle özdeşleştirdi kendini. Bilmiyoruz. Hepsi birer muamma. Fark etmek, farkını idrak etmek önemli hususlar. Yine de Oblomov'da, Akakiy Akakiyeviç'in belki de dışa vurmuş halidir. Ana karakterin gerçekte yazdığı bir eserdir.. Sağlıcakla kalın. Okuduklarınız ışınığınız olsun..
Sil